Yürüdüm. Kısa adımlarla, uzun uzun. İnşaat halindeki bir
binanın önünden geçtim, çivi sapladıkları tahta parçası yerde duruyordu,
ayakkabılarımı deleceğini biliyordum, üzerine basarak yürüdüm. Ayaklarım ıslanıp su
toplayacak, soğuktan moraracak ve şişecekti, biliyordum. Hepsini kabul ederek yürüdüm.
Yürüdüm, uzun zaman yürüyemeyecek hale gelene kadar, ah, Carna Cohen’in yanına bir daha asla gidememek için yürüdüm. Carna… Benim minik peri kızım, nesin sen? Arabaları
durdurup pazarlık yapan şu ucuz görünümlü Slav kadınlarına bakıyorum, onlar
kadar soğuğa dayanıklı olabilir misin? Yürüdüm. Yürüyorum. Yürüyeceğim…
İşte bir Kilise’de çan sesi, bedenim ölüyor.
İşte bir Camii’de Salâ sesi, ruhum ölüyor.
Yağmur hızla yağıyordu. Önünden geçtiğim apartmanın
girişinde işte o, Carna. Beni çağırıyor. İnanç, gel, ıslanma… Gitmedim.
Yürümeye devam ettim. Yola çıktığım yeri hatırlayamıyorum, o sokak, o ev,
Carna, babası –ya da babası sandığım o alçak genel ev sahibi- hepsini unuttum,
hatırlamıyorum. Ama vardığım yer, Galata civarıydı. İşte başını kartonla örtüp,
bağıra çağıra şiir okuyan bir adam. Belki de, Carna’nın nefesinden daha güzel
kokuyordur içkili ağzı. Belki çöpleri karıştırdığı şu kararmış elleri,
yıkandığı zaman, Carna’nın o uzun ve bakımlı ellerinden –elleri ne kadar
güzeldir- daha temiz olur.
“Size bir şiir okusam?”
“Git başımdan ihtiyar, iyi değilim.”
“Benim de kafam dönüyor ulan, bir şeyler oluyor bana. Kafam
dönüyor.”
“Bekle beni burada ihtiyar. Bekle.”
“Ha siktir oradan ulan! İstediğini çağır, ha siktir! Kimseden
korkum yok. Kralını getir. Duydun mu ulan, kralını getir.”
Galata Kulesi’nin yan tarafındaki yarı bodrum tekel
bayisine gittim. Ayten Alpman’ın plağından kazandığım paranın büyük bölümü
duruyordu. Beş bira aldım, biraz da tuzlu fıstık ve cips. İhtiyar söylediği
gibi korkusuzca bekliyordu. Başına doğru tuttuğu kartonuyla birlikte, caddenin
ortasına kadar çıkmış beni bekliyordu. Görünüşe göre o insanların alçaklıklarından
korkmayıp, yağmurdan korkuyordu. Benim durumum da bunun tam tersiydi ve onunla
birlikte her şeye karşı dimdik durabilirdik.
“Bulamadın mı kimseyi? Olmadı mı? Çıkmadı mı kimse?”
“Buldum. Beş kişi geliyoruz, hepsi elimde.”
“Gelin ulan. Hadi gelin. Gelin.”
Elimdeki beş birayı da sığındığı apartmanın alçak
merdivenlerine koydum. Ağlayan bir çocuğa yalancı meme veren bir anne gibi
hissediyordum. Ona, geçici bir mutluluk vermiştim.
“Sana bir şiir okuyabilir miyim? Sana bir şiir okusam?”
“İhtiyar, adın ne senin?”
“Müştak ulan. Müştak.”
Hava bir iki saat sonra aydınlanacaktı ve tüm acılarımın, karanlığın
içine gömülüp yok oluşunu izleyecektim. Biralar Müştak Abi’ye, Müştak Abi de
bana destek oluyordu. Onun kalın sesine, küfür bile yakışıyordu.
“Verdiğin her kederin
yüreğimde bir yeri var / Gel desen gelemem“
“Müştak Abi, bir kız
var.”
“Gel desen gelemem /
Git desen gidemem / Öl desen kanım akmaz“
“Abi, gamzelerini bir görsen. Gamzelerini şu yağmurlu gece
görse, aydınlanır, gökkuşağı açar.”
"Anladım artık
seni sevmek yüce bir şey / Anladım seni sevmek Tanrı'ya yaklaşmak gibi..."
Müştak Abi beni dinlemiyordu. Ben de onu dinlemiyordum. Ama
bir şeyler söyledikçe kafamız boşalıyordu. Yağmur dinmişti, elindeki
kartonla başını korumaya devam ediyordu.
“Abi, dindi yağmur, at elinden artık kartonu.”
“Ben kartonu atamam ki. Yine yağmur yağarsa? Belki yağar.
Karton kalsın. Bak birkaç damla düşmeye başladı, ıslandık galiba.”
Birkaç damla düşmüştü. Sadece birkaç damla, daha fazla
ağlamayacaktım.
Sabahın ilk ışıklarıyla beraber geçecek sandığım acım, tam tersine daha
da belirgin olmuştu. Karanlıkta gözükmüyordu acılarım, ışığa geçmiştim.
Cihangir’in bu karmaşık sokaklarında uykusuzluktan kaybolabilirdim ama acım
beni ayakta tutuyordu. Eve geldim, anahtarı rast gele bir köşeye fırlatıp
yatağıma uzandım. Göreceğim düş, korkunç olacaktı…
Amsterdam’ın sıra sıra genelevlerini barındıran Kırmızı
Fener Sokağı’ndaydım. Camlardaki fahişeler, arkalarında orta yaşlı seks
budalası zengin adamlarla beraber içki içip, bana gülüyorlardı. Sokağın
sonlarından bir çığlık yankılanıyor, beni çağırıyordu. İlerlemeye başlamıştım.
Vitrinlerde striptizci kızlar şehvetli öpücükleriyle beni içeri davet etse de, çığlığın geldiği yöne doğru gitmeye kararlıydım. Sesin olduğu binanın önüne
geldim. Ses kısa çığlıklara dönüşmüştü. Beş saniye arayla gelen, kısa çığlıklara.
Orta yaşlı kodaman bir adam, içeride bir kadınlaydı, emindim. Geri dönmeye
yelteniyordum ki, beşer saniye aralıkla gelen çığlıklar ismime dönüşmüştü. "İnanççç… İnanççç. İnanççç." Apartmanın kapısı açıktı, hızla koşmaya başladım. Ses sekiz numaralı daireden geliyordu. Kapı kapalıydı. Yumrukladım. Adım artık
üç saniyede bir duyuluyordu. Bir tekme, bir yumruk, kapı kapalıydı. Adım her
saniye artan bir sesle duyulmaya başlıyordu ve gerilip kapıya omuz attım, kapı
açılmıştı. İçeriden gelen pis koku ve buhara aldırmadım. Yatak sağda duruyordu. Kafamı çevirdim. Tanrım! Carna. Carna Cohen ve üzerinde bir adam! Çek o pis ellerini Carna’nın
ellerinden diyerek masanın üzerinde duran şarap şişesini adamın kafasına
geçirdim. Carna ağlamaya başladı, ne yaptın sen diye bağırarak göğsüme rast
gele yumruklar sallıyordu. Her şeyin geçtiğini, bu lanet yerden onu hemen
kurtaracağımı söyledim. Carna’yı zorla kucakladım ve sesi duyulmasın diye
elimle ağzını kapattım. Kapının eşiğine geldiğimizde, Carna elimi ısırdı, elim
kanıyordu. Kan tutmaması için kafamı odaya çevirdim, az önce kafasına şarap
şişesini geçirdiğim adamın ben olduğunu gördüm. Kendimi öldürmüştüm. Bu nasıl
olabilirdi, aman Tanrım’dı, burada neler oluyordu?
Uyandım. Saat öğlen olmuştu ve burnumdan akan kan çoktan
yastığımı kirletmişti… Birden kapı çaldı. Yoksa... Carna Cohen! Yataktan o kadar hızlı fırlamıştım
ki, bir süre başımın döndüğünü hissettim. Kapıyı açmadan önce kendime söz
verdim. Carna Cohen’i asla affetmeyecektim. Dore sarısı saçlarını, çillerini,
gamzelerini, ellerini görünce, hepsine her gece dokunulduğu aklıma gelecekti,
cebimdeki tüm parayı suratına çarpıp, kapıyı kapatacaktım. –Ah, Carna Cohen. Peri kızım... Bütün
bunları sana nasıl yapacaktım?-
Kapıyı açtım. Çok şaşırmıştım…
-8. Bölüm Sonu-
Onur Budak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder