1 Aralık 2013 Pazar

Harpten Dönen Sarı Saçlı Kız / 2

















Mayıs. Biliyorum bu çok tuhaf ama onu nerede gördüğümü hatırlamıyorum. Üzerinde neler olduğunu anımsayamıyorum, oturuyor muydu, yürüyor muydu, koşuyor muydu… Tek hatırladığım, bir Mayıs günüydü ve neden yağmur yağdığını düşündüğümdü.

Yağmurlu havada hiçbir insan ağlayamazdı. O, ağlıyordu. O an, birbirine karışmayan iki deniz gibi, yağmurun ve gözyaşının da birbirine karışmadığını gördüm. O kadar şiddetli ağlıyordu ki, sanki kirpiklerinden akanlar yağmur, gökyüzünden akanlar ise gözyaşıydı...

Çocukluğum geldi aklıma. Ve şuan içinde bulunduğum beden.  Yirmi yaşındayım, ama inan hayatımda değişen hiçbir şey yok. Çocukken cama vuran gözyaşlarını yarıştırdığım gibi, onun yüzüne düşen yağmur damlalarını yarıştırıyorum. Onun ağlaması, yağmurun yağması gibi…

Toparlandım. Onunla konuşacaktım. “Seninle neden konuşsun?” dedim kendi kendime. Ve sağ omzumda bir melek belirdi mutluluğu temsil etmek için. Düşündüm. O kız da şuan bir Mayıs günündeydi, bende. Bu yetmezdi. Düşündüm. Ağlamaya başladım. Ağlamayı ben istemiyordum, sadece kader beni ona yakınlaştırmaya çalışıyordu, daha çok ağladım. Aynı yağmurun altında ıslanıp ağladığımız geldi aklıma. Yağmur ve gözyaşı birbirine karışmazdı belki, ama ikimizin gözyaşlarının birbirine karıştığını gördüm. Ve bu, yeterdi.

Yanına yaklaştım. Ona
“neden ağlıyorsun?” diyecektim.
Ağlayan insanlar başlarını eğer, yüzlerini gizlerler. Ama o başını gökyüzüne bakarcasına kaldırıp, asıl sorulması gerekenin, insanların neden güldüğü olduğunu anlatan bir bakışla,
“Burası dünya. Doğuyoruz, yaşıyoruz, terk ediliyoruz ve bunun intikamını ölüp, dünyayı terk ederek alıyoruz. Bunun gülünecek bir tarafı var mı?” diye soracaktı.
“Haklısın.” Demekle yetinip, gözyaşlarımı yağmur damlalarıyla saklayacaktım.
“Göz yaşlarını saklama. Yağmurla göz yaşının birbirine karışmadığını biliyorum.“ diyecekti.
Arkamı dönecektim. -çünkü ona daha fazla bakarsam, aşık olacaktım-
“Yağmurlar bu dünyayı yıkar ve siler. Ama sadece yüzeysel olarak. Gözyaşları ise, bizi yüzeysel olarak temizlemez. Bu kalıntıları, pürüzleri, sivilceleri, benleri, çilleri -çilleri her noktasından ayrı ayrı öpülmeyi bekliyordu- ve yaraları temizlemez. Gözyaşı, içimizdeki acıları temizler. İşte bu yüzden iki şey, yani yağmur ve gözyaşı çok farklı şeylerdir, karışamaz” diyecektim ve bunu sadece dudaklarımdan çıkan kelimelerin onun suratına değmesi, onun kulaklarının duyması, gözlerinin dudaklarımdan çıkan kıvrımları izlemesi, hissetmesi için söylediğimi anlayacaktı.

Ama bunların hiçbirisi olmadı. Aramızda hiçbir diyalog geçmedi. O kadar utangaçtım ki, ona aşık olduğumu kendime bile söyleyemiyordum... Gözyaşlarımız yağmura karışmadan, şehrin arka sokaklarında buluşup, bütünleştiler. Bizse, bir daha birbirimizi hiç göremeyecek kadar uzaklaştık.
-Aslında, sadece ikimiz böyle sanıyorduk…-

-2. Bölüm Sonu-

Onur Budak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder