14 Aralık 2013 Cumartesi

Harpten Dönen Sarı Saçlı Kız / 10



















Gelen sesi duymamış gibi yapıp hızlanarak yürümeye devam ettim. Üsteleyerek konuşmaya devam ediyordu.  
“İnanç, dur! Beni dinle!”
Yürümeye devam ettim. Bana seslenen içimde büyüttüğüm, Carna Cohen değildi. Onun sadece gölgesiydi. Bir gölge. Renksiz, nefessiz, sessiz, çilsiz. Bir gölgeye asla değer verilmemeliydi. Öyle yapacaktım. Seslenmeye devam etti:
“İnanç, duymuyor musun beni! Sana dur diyorum. Dur! Sonra nereye gitmek istersen git!”
Durdum. İçimde büyüttüğüm o eşsiz, Carna Cohen’i alıp farklı bir köşeye koydum ve bana seslenen gölgesine cevap verdim.
“Ne istiyorsun, çabuk söyle.”
“Konuşmak istiyorum. Anlatmak istiyorum her şeyi.”
“Gerçekten burada fahişelik mi yapıyorsun?”
“İnanç bak ben…”
“O mide bulandıran hayatına geri dön. Dizi işi bitti. Beş kuruş param yok, anlıyor musun?”
“İnanç beni dinle! İzin ver açıklamama!”
“Defol git. Param yok dedim. Seninle yatmayacağım. Bak şurada takım elbiseli bir adam var, varlıklı birine benziyor. Ona git. Seninle yatacak kadar parası olduğuna eminim.”

Söylediklerim çok ağır gelmişti. Sahte gözyaşlarıyla ağlıyordu. Kendime, ona inanmayacağıma dair yemin etmiştim. Ne derse desin kanmayacaktım. Çünkü o bir fahişeydi ve insanların zevk ve isteklerine karşılık vermeyi çok iyi bilirdi. Benim zevk ve isteğim aşktı. Bunu anlamış olmalıydı. İyi bir muamele parası vermiş olan her insana, üzerinde tepinirken onu çok sevdiğini, ona aşık olduğunu zaten söylüyor olmalıydı. Bana da böyle yapacaktı. Üstelik diğer insanlar gibi üzerimde tepinmeyecek, yerlerde süründürecekti.
“Allah belanı versin senin! Orospu çocuğu!” dedi ve suratıma sert bir tokat attı. Neye uğradığımı şaşırmış gibi bakıyordum. Yanağım tokadın sertliğinden olsa gerek, hızlı bir şekilde sıcakladı. Kırmızılaşmaya başladığını biliyordum. Kırmızı! Carna, tokatı attıktan sonra göğsümü yumruklamaya çalışıyordu. Bileklerini yakaladım ve sıkarak ellerini aşağıya indirdim. Canının acıdığını suratındaki ifadeden anlıyordum. Bağırmaya başladı.
“Tamam o zaman, anladığın dilden konuşalım!” dedim ve ellerimi boynuna attım. Baş parmaklarımla ağzının kenarını sıkıp dudaklarından öptüm onu. Saniyeler süren iğrenç bir öpücüktü. Dudaklarımı çekip onu geriye doğru ittim. Biraz yalpalanıp toparlandı. Ağzımdan aldığı tattan nefret etmişti. Önce yere, sonra suratıma tükürüp hızla evine –genelevine doğru koştu. Bütün bu yaşanan iğrençliklerden müthiş bir haz almıştım. İşsizdim, Carna Cohen bir fahişe çıkmıştı ama en azından içimde kendi sevgimle emzirip büyüttüğüm bir Carna vardı. Az önce bıraktığım yerden aldım o güzel Carna’yı ve oradan uzaklaştım. Kendimi bir şizofren gibi hissediyordum…

Acıkmıştım. Nedense neşem yerindeydi. İçimden geçen tüm kötülükleri, Carna’nın suratına çarpmıştım ve bu beni tarifsiz bir mutluluğun kollarına bırakmıştı. Değişiyordum. Değiştiğimi görebiliyordum. Sanki normal bir İnanç olarak geldiğim bu genelevin önü, süperman’in kılık değiştirdiği bir telefon kulübesi olmuştu ve buradan ayrılırken kılık değiştirmiş bir İnanç olarak ayrılıyordum. Pelerinimi takmıştım, beni kimse tanıyamazdı. Karşıma akvaryum balığı satan bir dükkan çıktı. İçeri girdim. Bu tür şeyler satan her dükkanda olduğu gibi içeride de iğrenç bir koku vardı. Satıcı adama bakıp asıl kokunun ondan gelebileceğini düşündüm. Balıktan hiç anlamadığım için içeride dolaşmanın anlamsız olacağına karar verip adamla konuşmaya başladım.
“Balık alacaktım ben.”
“Tabii. İstediğin bir tür var mı?”
“Hayır. Beslenmesi, temizliği ya da yaptığı işin hiç bir önemi yok. Sadece balık. Yüzsün yeter.”
“Peki. Bakalım biraz."
“Şu beyazlar olabilir mesela. Türü ne bunların?”
“Albino. Çöpçü Albino.”
“Çöpçü mü? Ne diye çöpçü diyorlar buna?”
“Çöpçüler dibe düşen yemleri yiyerek beslenirler. Bu yüzden bir nevi çöpçü gibidir. Bu yüzden böyle denir.”
Aradığım balığı bulmuştum. Çöpçü balığı. Dünyanın bütün pisliğini temizler. Aşık olduğu kadını bile başkaları becerir, geri kalan o iğrenç, kirlenmiş beden ona kalır.
“Tıpkı benim gibi desenize!”
“Anlamadım efendim.”
“Yok bir şey. 2 tane verir misiniz şunlardan.”
“Hemen hazırlıyorum, ayakta kalmayın oturun siz.”
“Biraz acele olsun. Bu arada neden albino diyorlar buna?”
“Rengi yüzünden. Sarıya yakın bir beyazlığı vardır, bunlara albino derler.”
“Albinonun nasıl olduğunu biliyorum, ama hayvanlarda rastlandığını ilk defa duydum.”
“Hayvanlarda da görülür sık sık. Balıklarınız hazır bu arada.”

Balıklar söylediği gibi hazırdı. Parasını verip çıktım. Bir an için iyi kalan tarafımla düşündüm: Carna ya bir albino olsaydı? Belki o kadar beyazlıkla bu kadar kirlenemezdi?

Tam bir şizofrene dönmüştüm. Eski İnanç’ı caddelerde arayacak kadar şizofrendim. Köşedeki tekel bayiinden 35’lik bir  rakı aldım. Bir taksi çevirdim.
“Hoş geldin abi, nereye gidiyoruz?” 
“Tarlabaşına sür.”

Bir fahişe kiralayacaktım. Gözüm iyice dönmüştü. Fahişelerin çevrili olduğu bir sokakta durdum. Taksiciye parasını ödeyip beş dakika beklerse tekrar döneceğimi söyledim. Bekliyordu. İleride L şeklinde çıkmaz bir sokağa girdim. Camlarda sıra sıra dizilmişler ve beni bekliyorlardı. Kulaklarıma akıl almaz derecede güzel laflar geliyordu. Omzum dik yürümeye devam ettim. Fahişeler söyledikleri laflarla öz güvenimi yerine getirmişti. İkinci kattan bir tanesi seslendi.
“Şşt. Esmer, yakışıklı. Gelsene.” 
Saçları karamel rengi, göğüsleri dolgun ve gözleri siyahtı. Yaşadığı hayatın pisliğini içine çekmiş bir çift göz. Simsiyah. Tam istediğim gibiydi.
“Aç kapıyı.” Dedim. 
Kapıya doğru hareketlendi ve otomatiğe bastı. İçeri girip onu evime davet edecektim. Merdivenleri çıkmaya başladım. İçerisi leş gibi kokuyordu. Kullanılıp etrafa atılmış prezervatiflerin üzerine basmamaya özen göstererek yukarı çıkmaya devam ettim. Çığlığa dönüşen bağrışma sesleri geliyordu. İnsanlar berbat hayatlarından kurtulmak için nirvana olarak gördükleri bu yere geliyordu. Doğrusu karşılıklarını aldıklarından emindim. Pencereden konuştuğum karamel rengi saçları olan fahişe kapıyı açmış beni bekliyordu.
“Gel hayatım.” Dedi 
ve tam içeri girmek üzereyken durdurdum onu.
“Ben değil, sen geleceksin.”
“Anlamadım. Dışarıya çalışmıyoruz canım biz.”
Orkun Abi’den tazminat olarak aldığım paranın bir kısmını cebimden çıkartıp ona göstererek bağırdım.
“Çalışıyorsun. Tabii ki çalışacaksın!”  
“Sakin ol canım. Biraz bekle içeridekilerle konuşup dönüyorum.”
Bekledim. İşi çok kısa sürdü. Paran varsa işin her zaman çabuk görülür.
“Bu biraz daha pahalıya patlayacak sana canım. Tamam dersen geleceğim.”
“Hadi gidiyoruz.” Dedim. 
Fahişeyi yanıma alarak binadan çıktım. Pencerelerde ki kadınlar bize bakıyordu. Yanımdaki kadın, onların gözünde çok şanslıydı…

Sokaktan çıktım. Taksi hala bekliyordu. Bindik.
“Hoş geldiniz Abi, nereye gidiyoruz?”
“Cihangir.” Dedim.
Eve doğru yola çıktık. Fazla bir mesafe yoktu. Yanımdaki fahişenin bana doğru sokulduğunu hissettim. Biraz para demek, aşk demekti. Aklıma, Carna geldi. O da yanımda duran fahişenin yaptığı gibi, biraz parası olan herkesin kadını oluyordu. Emindim.

Eve gelmiştik. Etraftan kimseye böyle bir durumda gözükmek istemediğim için çabucak içeri girdik. O da evime gelen her insan gibi önce tam hangi odaya geçeceğimizi soracakken, evin tek odalı olduğunu görüp kısa bir şaşkınlık yaşadı. Koltuğu göstererek oturabileceğini söyledim. Onu bir köşeye oturtmuştum ve artık sıra rakı balığa gelmişti. 

Elimdeki su dolu torbanın ağzını açtım. Mutfak dolabından çıkardığım akvaryumu andıran cam fanusa biraz su, biraz rakı koydum. Tam balıkları içine atacakken fahişe konuştu.
“Ne yapıyorsun sen, öldüreceksin hayvanları!”
“Rakı balık yapıyorum. Çekil şuradan.”
Fahişenin gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Akli dengemin iyi olmadığını anlayan ilk insan o olmuştu.
“Beni de hep böyleleri bulur zaten. Allah’ın manyağı! Pis sapık. Piç!” diyerek evden apar topar kaçtı. Onu durdurmaya çalışmadım.

Balıkları rakı doldurduğum cam fanusun içine bıraktım. Fanusu televizyonun üzerine koyup koltuğa geçtim. Kafayı bulmaktan ters yöne yatıp öyle yüzecekleri anı beklerken, aklımdan sadece evime getireceğim sıradaki fahişenin, Carna olacağı geçmeye başlamıştı…  


-Bölüm Sonu-

Onur Budak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder