Gelen sesi duymamış
gibi yapıp hızlanarak yürümeye devam ettim. Üsteleyerek konuşmaya devam ediyordu.
“İnanç, dur! Beni dinle!”
Yürümeye devam ettim. Bana seslenen içimde büyüttüğüm, Carna
Cohen değildi. Onun sadece gölgesiydi. Bir gölge. Renksiz, nefessiz, sessiz,
çilsiz. Bir gölgeye asla değer verilmemeliydi. Öyle yapacaktım. Seslenmeye
devam etti:
“İnanç, duymuyor musun beni! Sana dur diyorum. Dur! Sonra
nereye gitmek istersen git!”
Durdum. İçimde büyüttüğüm o eşsiz, Carna Cohen’i alıp farklı
bir köşeye koydum ve bana seslenen gölgesine cevap verdim.
“Ne istiyorsun, çabuk söyle.”
“Konuşmak istiyorum. Anlatmak istiyorum her şeyi.”
“Gerçekten burada fahişelik mi yapıyorsun?”
“İnanç bak ben…”
“O mide bulandıran hayatına geri dön. Dizi işi bitti. Beş
kuruş param yok, anlıyor musun?”
“İnanç beni dinle! İzin ver açıklamama!”
“Defol git. Param yok dedim. Seninle yatmayacağım. Bak
şurada takım elbiseli bir adam var, varlıklı birine benziyor. Ona git. Seninle
yatacak kadar parası olduğuna eminim.”
Söylediklerim çok ağır gelmişti. Sahte gözyaşlarıyla
ağlıyordu. Kendime, ona inanmayacağıma dair yemin etmiştim. Ne derse desin
kanmayacaktım. Çünkü o bir fahişeydi ve insanların zevk ve isteklerine karşılık
vermeyi çok iyi bilirdi. Benim zevk ve isteğim aşktı. Bunu anlamış olmalıydı. İyi bir muamele
parası vermiş olan her insana, üzerinde tepinirken onu çok sevdiğini, ona aşık
olduğunu zaten söylüyor olmalıydı. Bana da böyle yapacaktı. Üstelik diğer
insanlar gibi üzerimde tepinmeyecek, yerlerde süründürecekti.
“Allah belanı versin senin! Orospu çocuğu!” dedi ve suratıma
sert bir tokat attı. Neye uğradığımı şaşırmış gibi bakıyordum. Yanağım tokadın
sertliğinden olsa gerek, hızlı bir şekilde sıcakladı. Kırmızılaşmaya
başladığını biliyordum. Kırmızı! Carna, tokatı attıktan sonra göğsümü yumruklamaya
çalışıyordu. Bileklerini yakaladım ve sıkarak ellerini aşağıya indirdim.
Canının acıdığını suratındaki ifadeden anlıyordum. Bağırmaya başladı.
“Tamam o zaman, anladığın dilden konuşalım!” dedim ve
ellerimi boynuna attım. Baş parmaklarımla ağzının kenarını sıkıp dudaklarından
öptüm onu. Saniyeler süren iğrenç bir öpücüktü. Dudaklarımı çekip onu geriye
doğru ittim. Biraz yalpalanıp toparlandı. Ağzımdan aldığı tattan nefret
etmişti. Önce yere, sonra suratıma tükürüp hızla evine –genelevine doğru koştu.
Bütün bu yaşanan iğrençliklerden müthiş bir haz almıştım. İşsizdim, Carna Cohen
bir fahişe çıkmıştı ama en azından içimde kendi sevgimle emzirip büyüttüğüm bir
Carna vardı. Az önce bıraktığım yerden aldım o güzel Carna’yı ve oradan
uzaklaştım. Kendimi bir şizofren gibi hissediyordum…
Acıkmıştım. Nedense neşem yerindeydi. İçimden geçen tüm
kötülükleri, Carna’nın suratına çarpmıştım ve bu beni tarifsiz bir mutluluğun
kollarına bırakmıştı. Değişiyordum. Değiştiğimi görebiliyordum. Sanki normal
bir İnanç olarak geldiğim bu genelevin önü, süperman’in kılık değiştirdiği bir
telefon kulübesi olmuştu ve buradan ayrılırken kılık değiştirmiş bir İnanç
olarak ayrılıyordum. Pelerinimi takmıştım, beni kimse tanıyamazdı. Karşıma
akvaryum balığı satan bir dükkan çıktı. İçeri girdim. Bu tür şeyler satan her
dükkanda olduğu gibi içeride de iğrenç bir koku vardı. Satıcı adama bakıp asıl
kokunun ondan gelebileceğini düşündüm. Balıktan hiç anlamadığım için içeride
dolaşmanın anlamsız olacağına karar verip adamla konuşmaya başladım.
“Balık alacaktım ben.”
“Tabii. İstediğin bir tür var mı?”
“Hayır. Beslenmesi, temizliği ya da yaptığı işin hiç bir önemi yok. Sadece balık. Yüzsün yeter.”
“Peki. Bakalım biraz."
“Şu beyazlar olabilir mesela. Türü ne bunların?”
“Albino. Çöpçü Albino.”
“Çöpçü mü? Ne diye çöpçü diyorlar buna?”
“Çöpçüler dibe düşen yemleri yiyerek beslenirler. Bu yüzden
bir nevi çöpçü gibidir. Bu yüzden böyle denir.”
Aradığım balığı bulmuştum. Çöpçü balığı. Dünyanın bütün
pisliğini temizler. Aşık olduğu kadını bile başkaları becerir, geri kalan o
iğrenç, kirlenmiş beden ona kalır.
“Tıpkı benim gibi desenize!”
“Anlamadım efendim.”
“Yok bir şey. 2 tane verir misiniz şunlardan.”
“Hemen hazırlıyorum, ayakta kalmayın oturun siz.”
“Biraz acele olsun. Bu arada neden albino diyorlar buna?”
“Rengi yüzünden. Sarıya yakın bir beyazlığı vardır, bunlara
albino derler.”
“Albinonun nasıl olduğunu biliyorum, ama hayvanlarda
rastlandığını ilk defa duydum.”
“Hayvanlarda da görülür sık sık. Balıklarınız hazır bu
arada.”
Balıklar söylediği gibi hazırdı. Parasını verip çıktım. Bir
an için iyi kalan tarafımla düşündüm: Carna ya bir albino olsaydı? Belki o
kadar beyazlıkla bu kadar kirlenemezdi?
Tam bir şizofrene dönmüştüm. Eski İnanç’ı caddelerde
arayacak kadar şizofrendim. Köşedeki tekel bayiinden 35’lik bir rakı aldım. Bir taksi çevirdim.
“Hoş geldin abi, nereye gidiyoruz?”
“Tarlabaşına sür.”
Bir fahişe kiralayacaktım. Gözüm iyice dönmüştü. Fahişelerin
çevrili olduğu bir sokakta durdum. Taksiciye parasını ödeyip beş dakika
beklerse tekrar döneceğimi söyledim. Bekliyordu. İleride L şeklinde çıkmaz bir
sokağa girdim. Camlarda sıra sıra dizilmişler ve beni bekliyorlardı.
Kulaklarıma akıl almaz derecede güzel laflar geliyordu. Omzum dik yürümeye
devam ettim. Fahişeler söyledikleri laflarla öz güvenimi yerine getirmişti. İkinci
kattan bir tanesi seslendi.
“Şşt. Esmer, yakışıklı. Gelsene.”
Saçları karamel rengi, göğüsleri
dolgun ve gözleri siyahtı. Yaşadığı hayatın pisliğini içine çekmiş bir çift
göz. Simsiyah. Tam istediğim gibiydi.
“Aç kapıyı.” Dedim.
Kapıya doğru hareketlendi ve otomatiğe
bastı. İçeri girip onu evime davet edecektim. Merdivenleri çıkmaya başladım.
İçerisi leş gibi kokuyordu. Kullanılıp etrafa atılmış prezervatiflerin üzerine
basmamaya özen göstererek yukarı çıkmaya devam ettim. Çığlığa dönüşen bağrışma
sesleri geliyordu. İnsanlar berbat hayatlarından kurtulmak için nirvana olarak
gördükleri bu yere geliyordu. Doğrusu karşılıklarını aldıklarından emindim.
Pencereden konuştuğum karamel rengi saçları olan fahişe kapıyı açmış beni bekliyordu.
“Gel hayatım.” Dedi
ve tam içeri girmek üzereyken durdurdum
onu.
“Ben değil, sen geleceksin.”
“Anlamadım. Dışarıya çalışmıyoruz canım biz.”
Orkun Abi’den tazminat olarak aldığım paranın bir kısmını
cebimden çıkartıp ona göstererek bağırdım.
“Çalışıyorsun. Tabii ki çalışacaksın!”
“Sakin ol canım. Biraz bekle içeridekilerle konuşup
dönüyorum.”
Bekledim. İşi çok kısa sürdü. Paran varsa işin her zaman
çabuk görülür.
“Bu biraz daha pahalıya patlayacak sana canım. Tamam dersen
geleceğim.”
“Hadi gidiyoruz.” Dedim.
Fahişeyi yanıma alarak binadan
çıktım. Pencerelerde ki kadınlar bize bakıyordu. Yanımdaki kadın, onların
gözünde çok şanslıydı…
Sokaktan çıktım. Taksi hala bekliyordu. Bindik.
“Hoş geldiniz Abi, nereye gidiyoruz?”
“Cihangir.” Dedim.
Eve doğru yola çıktık. Fazla bir mesafe
yoktu. Yanımdaki fahişenin bana doğru sokulduğunu hissettim. Biraz para demek, aşk demekti. Aklıma, Carna geldi. O da yanımda duran fahişenin
yaptığı gibi, biraz parası olan herkesin kadını oluyordu. Emindim.
Eve gelmiştik. Etraftan kimseye böyle bir durumda gözükmek
istemediğim için çabucak içeri girdik. O da evime gelen her insan gibi önce tam
hangi odaya geçeceğimizi soracakken, evin tek odalı olduğunu görüp kısa bir
şaşkınlık yaşadı. Koltuğu göstererek oturabileceğini söyledim. Onu bir köşeye
oturtmuştum ve artık sıra rakı balığa gelmişti.
Elimdeki su dolu torbanın
ağzını açtım. Mutfak dolabından çıkardığım akvaryumu andıran cam fanusa biraz
su, biraz rakı koydum. Tam balıkları içine atacakken fahişe konuştu.
“Ne yapıyorsun sen, öldüreceksin hayvanları!”
“Rakı balık yapıyorum. Çekil şuradan.”
Fahişenin gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Akli dengemin iyi
olmadığını anlayan ilk insan o olmuştu.
“Beni de hep böyleleri bulur zaten. Allah’ın manyağı! Pis
sapık. Piç!” diyerek evden apar topar kaçtı. Onu durdurmaya çalışmadım.
Balıkları rakı doldurduğum cam fanusun içine bıraktım. Fanusu
televizyonun üzerine koyup koltuğa geçtim. Kafayı bulmaktan ters yöne yatıp öyle yüzecekleri anı
beklerken, aklımdan sadece evime getireceğim sıradaki fahişenin, Carna olacağı geçmeye
başlamıştı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder