25 Aralık 2015 Cuma

Her Aklıma Gelişinde Bir Organ


bazen bir şeyler öyle bir geliyor ki üzerime. ben her hazırlığımı sarsılma ihtimalime karşı yaparken bir bakıyorum ki devrilmişim. bazen bir şeyler öyle bir geliyor ki üzerime. ben her hazırlığımı geçip gitme ihtimaline karşı yaparken bir bakıyorum ki geçip giden şeyler içimi paramparça edip öyle geçmiş.

bir kurşun gibi. her aklıma gelişinde bir organ... her aklıma gelişinde bir organ... her aklıma gelişinde bir organ...

paramparça olup eksildikçe böyle bambaşka yerlerimi çoğaltmayı öğrendim ben. nasıl desem bir kör kadar iyi duyuyorum. bir sağır kadar iyi görüyorum. eksildikçe bir şeyler ben bambaşka bir şeyler büyütüyorum başını omzumda büyüttüğüm gibi bir cuma gecesi galata kulesinde. bir cuma gecesi galata kulesinde sen büyüdün... sen büyüdün... sen büyüdün içimde... sığamadın sonra. gittin. ben eksildim eksildikçe de bir yalnızlık büyüttüm ellerimdeki kirle. kirle beslenen bir yalnızlık çoğalttım yalnız, "yalnızca." değil boyumu, boynunu geçti şimdi o, anneyi beklemeden uyumayı öğrendi, sen git.

bir kurşun gibi. her aklıma gelişinde bir organ... her aklıma gelişinde bir organ... her aklıma gelişinde bir organ...

sen şimdi ne zaman geçsen bir cuma gecesi galata'dan bana keşke burada olsan diyorsun. olabilsem demezsin. orada olamayacağımı biliyorsun çünkü kuleden daha büyük yalnızlığım, daha büyüğüm her şey ve her şeyden, artık ben senin olduğun hiçbir yere sığamam sen git.

bir kurşun gibi... her aklıma gelişinde bir organ... her aklıma gelişinde bir organ... her aklıma gelişinde bir organ...

çoğaldıkça eksiliyorum ben. artık bir dilsiz kadar... bir dilsiz kadar kötü konuşuyorum. çoğaldıkça eksiliyorum ben. bir orospu kadar. bir orospu kadar kötü seviyorum.

bir kurşun gibi... her aklıma gelişinde bir organ... her aklıma gelişinde bir organ... her aklıma gelişinde bir organ...

ne diyorum biliyor musunuz. ölürsem içimi paramparça eden bir kurşun yüzünden, o kurşunu içimden çıkarmayın.

26 Aralık 2015 - Denizli / Onur Budak

18 Aralık 2015 Cuma

İnecek Bir Durak Düşünmeden Binilen Trenler

























günlerin üzerime devrilmesini engelledim buralarda ben. yalpalanmadan yürümeyi ve takılmamayı çelmelere. burada: inecek bir durak düşünmeden binilen bütün trenlerde. şimdi adın ağzımdan çıkarken incelen kelimeleri, kısık sesimi ve o acı yutkunuşu geçersek soruyorum:

-"sahi sen nasılsın orada...?"


elini kesebildin mi yanlışlıkla da olsa? bir şarkıyı gerçekten hissedebildin mi. sırtında çaldı mı bir keman. dişlerinde hissettin mi bir piyanoyu. yeni atılmış dikişlerini aldırır gibi acı bir çığlık vardı o cem adrian şarkısında, sahi sen de duydun; sen de acıdın mı. bir dize kaldı mı senin de kursağında. boynunu sıkar gibi bir cümle. kafanı matkap gibi deldi mi bir fotoğraf karesi. döndüğün...döndüğün...döndüğün her yerde bir ayna çıktı mı senin de karşına... neresinden bakarsan, orasından kırıldın mı yüzüne. dokunduğun her yerinde bir yumruk patlama hissi uyandı mı. ağladın mı, yola baktın mı uzun uzun... merhem değil, ıslak bir öpücük aradın mı yaralarına bir gece yarısı kimsen yokken. bir kaldırım taşının neden ıslandığını anladın mı...bir kaldırım taşını sen de ıslattın mı...

... duyamıyorum çocuk. ...

inecek bir durak düşünmeden binilen bütün trenlerdeyim şimdi.
seni,,, duyamıyorum çocuk...

öğrendim günlerin üzerime nasıl devrilmeyeceğini. öğrendim.

artık çıkarıp bu treni raydan: güzelce ölebilirim.


9 Aralık 2015 - Denizli / Onur Budak

1 Eylül 2015 Salı

Sarı Özgürlük Parçacıkları























Ada ülkesinde yaşayan kıza... 

yanaklarındaki pürüzlere takılıp
iki dudağının arasını geçerek, yere düştüğüm rüya..
ağzındaki yaşam parçacıklarıyla
kanadı kırık bir kuşu besleyecekken uyandığım rüya..
öldürülecek çocukları tam kurtaracakken
tam kurtaracakken tekmelenen bir genci
tam geçecekken önüne başından vurulan bir çocuğun
uyandığım..
..bir daha uyuyamadığım..
rüya..

uyandığımda tekmelendiğim, vurulduğum
herkes için biraz öldürüldüğüm
gözlerimi açık tutmaktan korktuğum,
hayat...
hayatım geçiyor iki gözümün önünden,
iki gözünden ötesini göremiyorum.

ama,, nasıl da serpilmiş gözlerindeki mavinin içine
sarı, ufak özgürlük parçacıkları...
gözlerinin içine ne kadar yakınsam,
güneşe de o kadar yakınım.

ey, aydınlığım
ey, saydamlığım

sana senden, senden bahsettiklerimden
seni anladığım, seni anlattıklarımdan
seni düşündüğüm, seni düşlediğim
senin ağzına düştüğüm gecelerden yani
yani diyeceğim o ki, dediğim o ki
sana en çok senin getirdiklerinden
birkaç dize okumak isterim güneşe en yakın ülkede.

ülkem; özgürlüğüm benim...

gözlerindeki mavinin içine
sarı, ufak özgürlük parçacıkları serpilmiş senin...
bir rüyanın ortasından kopup geldiğin gibi
biliyorum, bir gün sıçrayacaksın o rüyanın ortasına aniden
ve ben bu kez rolüm gereği, ölümü uykusuna dalacağım.

Karantina Dergisi, Sayı 1 / Onur Budak

13 Temmuz 2015 Pazartesi

Armagnac















Furkan için

nasıl ve ne zaman ölmeliydin
bilmiyorum.
saman sarısı bir bozkırda düşüp
masmavi bir koşuda vurularak
bir denizi yararken kolların, batarak
asık suratlara bir yumruk gibi, kahkaha patlatarak
ya da uçarak... uçarak... uçarak...
bilmiyorum.

ama düşerek yirmi beş kiloya
bir ağaç yerine, yatağa sımsıkı tutunarak
ve henüz girmişken on sekiz'ine
böyle sessiz, böyle hareketsiz
değil.

gülüşlerimizin tam ortasında belir
değil gözyaşı
bir kahkaha ol, patla suratlarımızda.
bak, o hep istediğin odayı hazırladı annen
hem de orada, en üst katında yeşilin.
şimdi kapa gözlerini.
soft bir ışığa.
bulduğun tüm güzel çiçeklerin
koynunda uyu, furkan.

13 Temmuz 2015 / İstanbul - Onur Budak

12 Temmuz 2015 Pazar

Sanabakan Çiçeği






















ıslanmasın diye yırtık çorabın
yırtık ayakkabılarımla eziyorum
döneceğin yollardaki kar kütlelerini

çünkü yoksul bir aşkın
böyle olur romantikliği.

kırmızı halılar seremem sana
yahut güller atamam yürüdüğün yollara
“zaten en güzel çiçekler, senin koynunda büyür”
demekle yetinirim
ama bunlardan ben hiç sevgilim
değilim şikayetçi filan.

zaten ben seni pariste öpmek hiiçhiiç
hiç istemedim.
seni bir bodrum katında
yanan katalitik sobasının ışığında bulduğum
dudağından öpmek istedim
hasta ol istedim, sana bakmak
sana kızmak, içme şu ucuz tütünleri demek
yazarken bu şiiri, arada ateşini kontrol etmek
atletini değiştirmek
çıkardığın atleti koklamak... koklamak... koklamak…

sokakta bulduğumuz
çizik, yarısında donup kalan erotik filmleri izlemek
kahkaha sonra bir kahkaha sonra bir kahkaha daha
patlatmak

sevgilim, bunları ben hep
çok istedim.

kahrolsun alçıpanlar
ve onların içine gizlenen oynar başlıklı ışıklar
sen bana iyisi mi bulduğun tüm sebzelerden yemekler yap
ben ıslanıp çürümesin diye yatağımız
akan tavanın altına kırmızı kovalar koyayım.
varsın siyanürler bulaşsın dudağına
akan su, biriken suya her değdiğinde
ben seni dudağından öpeyim, öpeyim...

sevgilim, ben bu evde en güzel çiçeğim
en güzel çiçekler senin koynunda büyür…
en güzel çiçekler senin koynunda ölür…

rutubet kokan yatağımızda, bırak beni
senden önce öleyim, öleyim, öleyim…


Onur Budak / İstanbul

30 Haziran 2015 Salı

Önce Bir Boşluk Oldu Kalp Gidince, Ama Şimdi İyi.















bir kadının dudaklarından aldığım hazla
bir kadının saçlarından aldığım sihri birleştirip
sevgilim, ben seni yarattım.

I
yağmurdun seni sevdiğim vakit
iri, beyaz bir taştım. ıslandıkça karardım.

II
kafamdaki bulutları üfffleye üfffleye çarpıştırdım
çünkü bahsetmiştim ya hani;
yağmurdun seni sevdiğim vakit.
her yağışında seninle birlikte sevgilim
ben çok ağladım.

III
kuğuydun seni sevdiğim vakit.
uzanıp boynunu öpmeye yetmedi
boyum.
uzanıp yüreğimin üzerine bastım…
kuğuydun seni öptüğüm vakit
bemmbeyazlığına kıppkırmızı bir leke konsun istemedim
işte bu yüzden seni öpmeden önce, dudaklarımı sevgilim,
beyazlatmak için çok yedim.

IV
bütün saatlerim bozuktu
bütün saatlerim bozuktu
ben sana hiç yetişemedim.

V
denizdin gittiğin vakit
ben sende çok sektim
bir taş ağırlığında
yüzemedim.

VI
bir taş ıslandığında, iki bulut hızla çarpıştığında, bir öpücük sustuğunda, bir yüreğin üzerine basıldığında, bütün saatler durduğunda ve bir taş battığında; sen hiç görmedin
bir dudak beyazlığında, bir aşk ağırlığında ve bir hava ağardığında
ben sana sevgilim. ben sana.

çok öldüm.

Onur Budak / İstanbul

16 Nisan 2015 Perşembe

Dur ile Duy arasında harf farklılığı filan var. Sonra bir de ortak nokta ki; ikisi de bir boka yaramıyor.

























Boğazımda buruk bir lir, kırık bir keman, kesik bir ıslıkla birlikte
bir yerlerde koynuna uzun bir yol şarkısını alarak büyüyen seni izleyemesem de, yolumu seninle aynı karanlıkta kaybedip, aynı ışıkta bulamasam da, sevgilim, ben senden hep haberdar olacağım.

Belki sen her şeyden habersizken, belki sen her şeyin farkındayken, belki sen... Sen... Ne zor sana isminle seslenememek... Sen birden gökyüzüne bakacaksın, gözlerin büyüyecek. Aşık olacaksın, o küçücük kalbin büyüyecek... Yıllar geçecek, geçecek, saçların uzayacak, ben onlara hiç dokunmamış olacağım. Yani diyorum ki, zaman senden bir şeyler çalarken, sana hep bambaşka şeyler verecek...

Devrilen günlerin enkazından sıyrılırken sen, yardım isteyen kalbimin sesini, uzun bir yol şarkısına kapılıp giderken, elbette duymayacaksın.

17.04.2015 - İstanbul / Onur Budak

14 Nisan 2015 Salı

Nar Masalı

,























Bir insan ağzı ne kadar dolabilirse o kadar doldum
İçime ağlayıp ağlayıp, taştım bir gece…

Ben de isterdim rüyadan sıçrayarak uyanıp şiirler yazmak yerine
Uykuda kolunu üzerime attığın için uyanıp
Öpmek seni, üzerini örtmek…
Ama bak daha ağustos, hiç üşümeyiz biz
En iyisi öpmek seni, bir yılan gibi kabuğunu soyup
Çıplak vücuduna senaryolar kurmak…

Kasığınla kasığımı ovmak
Bir baraj kurmak ağzına
Sonra kıpkırmızı dudaklarını aralamak
Yüzmek o buzlu sularda..
Köprücük kemiğinden gemiler yürütmek
Etini etime adamak
Kabuğunu sevgilim, kabuğunu soymak
Büyümesine izin vermek o küçük kalbinin…

Güzel şarkılar dinlemek, güzel  rüzgarlara kapılmak
Güzel şarkılara kapılmak, güzel rüzgarlar dinlemek
Söylemek, hep söylemek ikimizin adını bağıra çağıra
Aşkı öğretmek çocuklara
Hem bir kaşığı nasıl ağzına götüreceğinden daha önce öğretmek…

Evet, kuşkusuz ben de isterdim
Bir masala inanıp, bir masalı oynayıp,
Seni o kuleden kurtarmak..
Saçlarından tutup tırmanarak canını yakmak yerine
Nasıl olsa masal bu deyip, kanat takmak omzumdaki çukurlara..
Sahi sevgilim, düşündün mü hiç
Her şeyin bir masal olduğunu,
Her şeyi hayalimizde canlandırdığımızı bile bile
Neden bir cadı yaratıp prensesi kuleye kilitlediğimizi…

Ama ağustostu, hiç üşümeyecektik
Denizlerde yüzecektik, teninde sevişecektik
Teninde yüzecektik, denizlerde sevişecektik
Nar rengi bir nehir çıkaracaktık
Nehre akmasını söyleyecektik
Deltandan akmasını, dökülmesini göğsümdeki boşluğa..
Yaz deyip, yaza değip, güzel hikayeler biriktirecektik
Sonra bir şubat gecesi, her şeye rağmen güzel bir yazdı deyip,
Bu hikayeleri hatırlayıp ısınacaktık..
Nar; çıkmayan bir lekedir…

Bir ağaca su yerine ıslak bir öpücük verdim bugün
Bir yağmur buldum, onunla yukarı doğru yağdım
Ateşi suyla büyüttüm, toprağı güneşle
İlk defa bir başkasıyla uyumak istedim senin yerine
Ne dilersem tersi bile olmuyormuş, sevgilim, bunu da geç oldu, anladım.
Ama ağaç büyüdü.
Ağaç büyüdü ama.
Islak bir öpücük; hayattır…

Ah, benim hayat öpücüğüm, şüphesiz ne çok isterdim
Bir meteor yağmurunu seninle beraber izlemek..
Aynı gök altındaydık, aynı göğe bakıyor olsak yetecekti
Ama, ne yazık ki sen beni yüzüstü bırakıp gitmiştin..
Ama ağustostu, biz hiç üşememeliydik..

Arkanda tek bir fotoğrafını bırakmıştın
Ben o fotoğrafla ince kağıt kesikleri bırakıp,
Çıplak vücudumda senaryosuz ölüm sahneleri canlandırdım..
Ne yazık ki bıraktığın son izler bunlar oldu,
Seni bu yüzden asla bulamayacağım..

Hayat acımasız, masallar sahte..

İşte sevgilim, bu bizim gerçeğimiz;
Prensesin saçları kesik, prensin elleri paramparça..
Bu gerçeği sen yazdın sevgilim
İşte seni bu gerçek için
İşte seni bu ağustos günü üşüdüğüm için
Asla affetmeyeceğim…

18 - 19 Ağustos - Antalya / Onur Budak

18 Şubat 2015 Çarşamba

Ben, Özge
















yarım kalmış bir şarkıya şimdi
söyleyin kim eşlik eder
ama öyle yolda yürürsün söyler de,
bir tanıdığa rastlayıp şarkıyı bırakırsın filan değil.
dudağından canice alırlar hani bir şarkıyı
ya da unutuverirsin ençoksesliençoksesli yerinde
en gür, sesine en çok yakışan, en en en sevdiğin yerinde hani
susturuverirler ya…

yarım kalmış bir şarkıya şimdi,
bakarsın milyonlar eşlik eder.

tanrı, koyup tüm malzemeleri bir kenara
kadınların kaburgalarından bir erkek yarattığı gün
çiçekler de istediği zaman açabilir…
istediği zaman büyüyüp. istediği zaman meyve verebilir.
her şey değişir belki, bir kadının kahkaha atabildiği gün
usulca şarkısına döner, döner gün…

her şey döner, döner de,
tüm dönmeyenler için;
“sen yanmasan, ben yanmasam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa,”
der, Özge. ben diyemem.
yaktınız
yaktınız güzel kızımızı da
bir siz aydınlanamadınız.

göremediniz değil, görmediniz. görmediniz.
salyalı ağzınız, azgın uzvunuzun karşısında direnen
onurlu tırnakları.

o tırnakları şimdi,
ağzında özgürlüğü anlatan yarım kalmış bir şarkıyla birlikte
bakarsın, milyonlar görür.

15-16-17 Şubat 2015 - İstanbul / Onur Budak