19 Ağustos 2016 Cuma

Pencere Önü, Anemon Çiçeği














G.İnesi İçin

yanı başımda bir şarkıyla birlikte sana sesleniyorum
sesimin içindeki yankılar benden uzak, çok uzak
söylediğim her şey bambaşka bir şekle bürünüyor
ben koza diyorum, sana gelene kadar bir kelebek büyüyor
buraya birkaç örnek daha, daha,
ama sen bu kadarıyla da beni hep, anlarsın ya

pencerelerden bahsetmek istiyorum sana
göğsümün içinde açılıp kapanan, kilidi bozuk pencerelerden
sana pencerelerden bahsederken
baba hediyesi, penceresinden ışık girmeyen bir evden de
bahsetmek istiyorum
...o evde ağlayışımdan...
...o evde ışığımı arayışımdan...
...o evde kaybettiğim ölümlerden...
...o evde kaybettiğim aşklardan...
...o evde baba olan umut'tan...

sen bugün bir pencereye benzettin beni
ben altı bin yıl önce, penceresiz o evde, başucumda bir panşehirle
göğsüme delikler açıp, dışarının ışığını gördüm
ışığı gömdüm...ışığı gömdüm...

ilk defa bu kadar sağlam yazan şair gibi,
ilk defa bu kadar hızlı yazıyorum
"bu yorgun sokakları... adımlayıp gidiyorsun..." derken bir şarkı
"ben bir gün buralarda olmasam bile..."
denilen yerine geliyorum okuduğum şiirin
senin bu ısırılmış parmaklarından,
senin bu koparılmış tırnaklarından çıkıyor o şiir, biliyorum
bir parmağın ısırılışındaki acıyı
bir tırnağın koparılışındaki utancı
bir tırnağın saklanmasındaki gizemi de, yaşadım, biliyorum

öpüp kokladığın o anemon çiçeğiysem ben
bil ki, yeryüzüne senden döküldüm.
sen tesadüflere inanırsın, ben tesadüflere ağlarım

çocuk lan. çocuk lan, bu yeraltı dünyasında
öpeceğin bir hüzün
verme bana.

Onur Budak
20 Ağustos 2016, @İstanbul

12 Ağustos 2016 Cuma

Üç Yüz Yirmi Dokuzuncu Ayet

























şimdi, senin bıraktığın yerden başlamak için değil,
senin bıraktığın yerden, bir de ben bırakayım diye yazdığım bu şiir
biliyorum, hiçbir şeye benzemeyecek.

yine de başladım.

bana dokunuşunu,
dokunup geçişini ve o dokunuşun hiç geçmeyeceğini bilerek başladım
herkesin bitirdiği yerden, herkesin artığıyla
şimdi diyorum, kısa da olsa giyilecek o pantolondan
uzattıkları kağıtları evlerine çabuk dönsünler diye aldığın çocuklardan
çocuk sesinden ve çocuk sesindeki titreyişten
bir taş parçasının üzerinde oturup yüzünü ıslatırken
kalbimin bir taş parçasına dönüşmesinden
ince bileklerinden, dudağının kenarındaki et parçasından
bir şehrin denizi saklayan tüm tepelerinden
bir şehrin denize çıkan tüm sokaklarından
bir yerden bir yere giden tüm taşıtlarından
kaybolup tekrar dönülen o köşelerinden
değişmeyen taş parçalarından, başladım... başladım...
burada,
eleni karaindrou'yu parmaklarından öptüğüm bu beyaz şehirde
göğsümün ortasında kimsenin fark etmediği dev bir sütunla yaşadım
yaşadım da, seni öyle bağışladım.

bu caddelerin birinde yürüdüm, evim burası değil
örülü saçlarını çözüp enseme kattım, bu saçlar benim değil
karnımda çocuk bir sancı, bu acı benim değil
ey göğsümdeki üç yüz yirmi dokuzuncu ayet,
burada, her şeyine yabancı olduğum bu beyaz şehirde,
sahip olduğum bu şeyleri ben, bir bir unuttum
unuttum da, seni dilimde öyle hatırladım.

tırnaklarımla kazıya kazıya yazdığım bu şeyi
yont, bana verdiğin gibi bir biçim ver

beni en yüksek tepelerde bul
derimi kaz, içimi aç
bir hastalık gibi burada,
eleni karaindrou'yu parmaklarından öptüğüm
bu beyaz şehirde,
vücudumdan içeri gir.

Onur Budak 10 Ağustos 2016 / Atina